‘LABİRENTİN KÂBUSU’NA ANATOMİK YAKLAŞIMLAR

Tek harften, noktalama işaretinden yola çıkarak yapılan

çoğul tipografik kurgulamaların lirik şiirleri

ya da

Tarık Günersel Şiiri

ya da…

 

‘LABİRENTİN KÂBUSU’NA ANATOMİK YAKLAŞIMLAR

 

Günümüzde artık çokça tartışmaların yapılmadığı Türk Şiiri’nde, zaman zaman, yenilikçi, deneysel ya da avangard kavramları ile karşılaşırız. Bu üç kavram, folklor ile bağlarını sıkı tutan şiir teknesinin kolaycı dümen suyuna rağmen, bordanın oksijenden yoksun olan alt kısmında, deryaların ölümcül tuzaklarına meydan okuyan, deyim yerinde ise, gelecek çağların adresine belki de hiç ulaşamayacak bir mektup olmayı göze alan sanatçıların tutum ve cesaretini ortaya koyar. Günümüzde şiire dair tartışmaların yeterince yapılamamasının kuramsal düşüncelerden yoksunluğumuza doğrudan doğruya bağlı olan nedeni ise, belki de aynı nedenle bu satırların konusu dışındadır.

Günersel’in kırk küsur yıllık şiir birikimini ortaya koyduğu şiir-öykü mozaiği Labirentin Kâbusu, yenilikçi bir deneyselliğin yanında, kendi sesini aramanın ötesine geçmiş bir çeşitlemeler yumağını cesur ve avangard bir anlayışla ortaya koyuyor. Onlarca yıla yayılan bu şiirlerin bir kısmı görsel şiirler, tipografik şiirler ya da resim-şiir olarak da adlandırılabilir. Şiiri bir söz sanatı değil, bir anlam sanatı olarak gören şair, özü hümanizm olan hareket noktasını, yaşamı, evreni, hatta kabul etmediği tanrı kavramını tüm ezberlerden uzak bir anlayışla yeniden anlamlandıran katmanlara taşıyor. Birçok şiirde var ile yok arasında gidip gelen bir hiç kavramının neredeyse nihilizme göz kırpan ontolojisi, okuru, şairin aslında inandığı dünya görüşünün ötesinde, kendi özgürlük sınırsızlığına doğru engin bir yolculuğa çıkarıyor. Bu yolculuk, her seferinde tüm ezberlerin ve epistemolojinin üst katmanlarında lirik bir yalnızlıkla buluşuyor. Sağından-solundan yoklayarak, göz yordamı ile labirentin içinde hareket edip kendi adıma ben de bu keyifli yolculukta kendi yolumu bulmaya çalışacağım.

 

En Yüce pek sıcak bugün

                                                                      -Afrika mitolojisinden-

 

İki kadından doğmuş bu iki nehir.

 

Tanrı kol boyu yakınmış ne güzel.

Çocuklar yağlı ellerini göğe silermiş.

Bir parça gökyüzü koparırmış kadınlar

                                   yemeğe katmak için.

            …

 

Yukarıdaki dizelerinde görüldüğü gibi çokça şiirinde çeşitli kültürlerin destanlarına atıflarda bulunan şair, harflerin punto ve espasları ile oynadığı tipogafik şiirlerinde, ezber ve okuyarak aktarılmayı olanaksız kılan benzersiz keyifli örnekleri evrensel bir anlam dili olarak okurun gözüne vuruyor. Öyle ki, bu şiirler sadece bakılarak anlam kazanan bir şiir okyanusunun tarihler boyu değişmez gerçeğini, yüzyıllar sonrasının insanına da şimdiden sunuyor. Bu yönü ile bu şiirlerin belli kültüre, döneme ya da insana değil, insanlığa sunulduğunu söylemek sanırım daha doğru bir ifade olur. Miladı, yazının icat edildiği İ.Ö. 4.000 yıllarından başlatıp, bu sayıya Büyük Patlama’nın (Bing Bang) on dört milyar yıllık geçmişini de ekleyen Günersel, her tür dini takvimin etkisinin dışında yeni bir takvimi “evren takvimi” olarak insanlığa öneriyor.

Tarih olgusu, şairin efsanelerle yoğrulan dizelerini, postmodern pastişlerle yeniden okurla buluştururken, her biri kendi içinde derin bir ironi taşıyan bu şiirlerin, adeta bir tiyatro sahnesinde şairin kendi felsefesine hizmet ettiği gözlerden kaçmıyor. Aslında oyun yazarı olduğunu da bildiğimiz şairin, epik anlatısının izleri labirentin içinde gezinen okurun dünyasını zenginleştiriyor.

 

İntikam Ateşi    

–Herodot Tarihi’nden süzülüm-

 

 

10  Vaşti’nin tepkisi

 

“Ne beklenir zaten, Çanakkale’de

            dalgalar köprü yıktı diye

                       denize ceza verenden?

   300 kırbaç vurdurmuş denize

            mimar idamını beklerken.

Bu düzende her erkek hükümdar,

                       her kadın köle

                                   kraliçe olsa bile.

 

İnternette Vaşti ile Ester adlarını tıklayan,

Vaşti Ester adlı şirin bir kıza rastlar.

                       Latin Amerikalı.

 

Bazı bölümlerinin yer aldığı bu çalışma, adı geçen İntikam Ateşi şiirinin onuncu ve son bölümünden alınmıştır. Binlerce yıl öncesinin Fars, Kartaca ve Atina krallıklarında savaşlar ve işgaller anılırken, birden internet sözcüğü ve günümüzdeki Latin Amerikalı şirin bir kız ile karşılaşırız. Feminizm vurgusu bir yana, ırkçılığın binlerce yıllık geçmişini şairin tasarımında görmekteyiz. Çok katlı bir zamanı bizimle paylaşan şair, bir zamanın kederli kraliçesi ile günümüzdeki şirin bir kızın kadın olmaktaki ortak yazgısını da örtüştürür. 14 milyar yıllık geçmişimizde, bu iki kadının aralarındaki tarihsel fark, ancak bir evin içindeki iki kız kardeş kadar değil midir?

Noktalarla yazılmış olan Pisagor için anıt, sonsuzluğun mutlak tekrarını verirken, Kapadokya, sonsuzluktan bölünüp, sonsuzluğa giden bir hayat ağacını figüratif bir ikon haline getirir. Tutuklama, bilim ve bağnazlık ilişkisini, Yüksek Verimlilik ise, tek bir çizgi ve bir noktanın ikili kopyalama (dublikatif) yöntemi ile sarsıcı bir gerçeği ilişkilendirmiş. Amerika uygarlığındaki yüksek kule binaların, bir zamanlar Afrika’dan getirilen zenci kölelerin istiflendiği gemilerle sembollendirilmesi son derece çelişik bir gerçeği yansıtıyor. Titanik’in batışı, Braille alfabesi ile sözsüz yazılan ilginç bir örnek. Noktalar azaldıkça geminin her satırda sulara gömülüşüne de dramatik olarak şahit oluruz. Kız Kulesi ise, benzer bir duyguyu harflerin sisin içindeki silueti ile bir İstanbul resmi çiziyor.

Düğme adlı şiir, yabancılaştırma efektinin (verfremdungseffekt) şiirdeki sarsıcı bir örneği. İki kişinin gayet sakin diyalogları akıp giderken, şiirin ortasında, leke gibi büyük puntolu siyah yuvarlak dizeleri ikiye böler. Son dizede Hiroşima sözcüğü ile karşılaşan okur, o basit düğmenin Enola Gay’in Atom Bombası’nı patlatan düğmesi olduğunu işte o zaman anlar.

Kin din san sen adlı şiir, insan, kin, din, tin, san, sen sözcüklerinin kombinasyonu ile adeta bir  ‘dada’ şiiri olarak kurgulanıp, alt alta, kin din mi diye biterken; Mostar şiirinde ise, ateş altındaki Mostar Köprüsü’nün taş taş nasıl yıkılıp yerle yeksan olduğu sinematografik bir görsellikte ortaya konulur.

 

     9/!!

 

                       !!          !!

!!          !!

!!          !!

                  (...)

                        Newer York

New York’un adını ve anlamını değiştiren 11 Eylül’e atfen yazılan bu şiir, otuz dört satır olarak sayfa boyu devam eder. 11 sayısını iki adet ünlemle yazan şair, iki adet kule için de aynı sembolleri kullanır. Sözcük kullanılmadan paylaşılan bu anlam, sözsel bir çeviriye gerek duymayan bir kesinlemeyi dünya insanının anlayacağı en kestirme dil ile yazılmış tipografinin en iyi örneklerinden sayılır. Dinsel bir ikona olarak belki de dünyada asırlardır en yaygın olan haç, Günersel tarafından yeniden anlamlandırılarak, tüm insanlığın hizmetine neredeyse bir öneri olarak sunulmuş. Haç, Alternatif Haç adlı şiir ile formuna sadık kalınarak, Spartaküs ve özgürlük kavramları ile yeniden yorumlanıp anlamlandırılmış. Kavramları olduğu gibi kabul etmeyen şair, müdahale ile ‘kral çıplak’ yerine, ‘çocuk çıplak’ diye bağıran bir kralı dillendiriyor. Basit ve önemli bir kavram olan ‘su’ için ‘banemli’ kavramını önermesini ise, basit ama önemli bir öneri olarak algılıyorum.

            Bu satırların okuruna şunu açıkça itiraf etmeliyim ki, bu yazı tarafımdan yazılırken, Tarık Günersel’in görüşlerine başvurmayarak herhangi bir etki ya da yönlendirme etkisini ta baştan bertaraf etmiş bulunuyorum. Ancak kendisi ile yaptığımız bir söyleşide, daha 13 yaşındayken yazdığı Senin İçin adlı şiiri ve yine ergen yıllarında yazdığı Katedral; Sözcükleri Arıyorum, Gelişme ve Diyalog adlı şiirlerini en iyi şiirleri arasında saydığını dile getirmişti. Tarık Günersel şiirine yaklaşmanın, anlamanın okur için belli bir birikim gerektirdiği su götürmez olduğuna göre, en saf ve temiz şiirlerini çocuk yaşta yazmış olması ve bu şiirleri en iyi şiirleri olarak tanımlaması, şairin, şiiri sanatsal deneyiminin de ötesinde duygusal bir kimlik olarak algılamasından kaynaklanıyor olmalı. Labirent algısıyla yarattığı şiir evreni, çoğu zihinsel otomatizme dayanan; ön planında bir deneyim gerçeğinin rehberliğini yadsıyamayacağımız düşünce ve tasarım yaratımlarını gözler önüne seriyor.

 Yazımın en başında Günersel şiirinin lirik bir yalnızlıkla buluştuğunu öne sürmüştüm. 50 yaş adlı şiir ile bunu örneklemek istiyorum.

 

                50 yaş

 

/ / / / /  / / / / /

            / / / / /  / / / / /

/ / / / /  / / / / /

/ / / / /  / / / / /

            / / / / /  / / / / !

 

‘Ömür boyu yazacağım her şeyin toplamı’ dizesi ile başlayıp biten, Kızıma Mektup adlı şiir, kız babası olan benim gibileri için her şey değil de başka ne olabilir? Ne ise, işte o!

            Labirent’in içinde hep keyif alarak mı gezdim? 400 sayfalık bir kitabın bunu yapabileceğini kim söyleyebilir ki? Örneğin Tokyo’daki PEN kongresinin yer yer devrik tümcelerle anlatıldığı Çay Töreni adlı şiirden keyif almadığımı, 9 etkileşim şiirinden ise, hiçbir şey anlamadığımı; kitapta 53 sayfa işgal eden En İçten Sanallığımla (Virtually Yours) adlı çalışmayı fazlasıyla uzun bulduğumu söylemeliyim.

            Sözlüğün korkunçluğu, insanlığa ait olan k,l,m,n,o,ö harfleri ile başlayan sözcüklerin bir kısmını mercek altına alarak, tüm korkunçluğun öznesini sözlüğe yükleyen bir soyutlama yapmış. İlişkiye nokta mı ise, yine sadece nokta ve virgülle yazılmış ezber dışı şiirlerden. Bu şiir bitip bitip yeniden başlayan, bir türlü bitemeyen ilişkiler için ne güzel bir örnek. Katledilen aşklar mezarlığı, mezar taşını sembolize eden siyah dikdörtgen karelerden oluşuyor. Bu mezarlıkta bir kişiye ve aşka her zaman yer vardır. İnsanların çoğu tarafından var olduğu kabul edilen, hatta varlığından kuşku bile duyulmayan ‘ruh’ kavramını Bedenlere inanır mısınız? Şiirinde ‘beden’ ile eğretileyen Günersel, insanlığın ezberini kışkırtıcı bir anlayış içerisinde bozuyor.

 

Tavla ile Satranç

 

tanışıp

tavla oynamışlar

            Satranç kazanmış

Satranç oynamışlar

            Tavla kazanmış

 

            bir daha karşılaşınca

                        görmezden gelmiş

ikisi de

 

             o zamandan beri

                   Tavla

                       hayatında büyük bir plan hisseder

            Satranç ise

                       şansa inanır

                                   gizlice

 

           

Sonuç olarak:

 

            Labirentin Kâbusu, okurun düşünce koridorunda kendi çıkışını ve çıkmazlarını sorgulayıp arayan bir çalışma. Çok yönlü okumaların olanaklarını çoğaltarak, yazınımızda adından söz ettirmeyi fazlasıyla hak eden benzersiz bir örnek. Bu labirentin bir çıkışı var mı? Ben bulamadım. Çıkış gerekli mi? Hayır! Ne de olsa şiirin amacı kendisi olduğuna göre, iyi okumalar…

 

 

 

 

 

Berfin Bahar / Temmuz 2013