BİR EDEBİYAT DERGİSİ NASIL OKUNMALI?

 

 

Kil tabletlerden, papirüslerden günümüze aktarılan yazı, sanatın insan için vazgeçilmez anlatma tutkusunun en yalın örneğidir. Anlatma tutkusu ise, anlama (algılama) gerçeğinin dışavurumundan başka bir şey değildir. Sanattan tarihe, matematikten simyaya ve yazıya geçmiş her gerçeklik, tıpkı şu satırlar gibi; insanoğlunun yaratma gerçekliği olarak ele alınmalı ve değerlendirilmeli; satır aralarında herhangi bir tanrının ve herhangi bir şeytanın parmağı aranmamalıdır. Yazıyı iyi anlayanlar cennetle ödüllendirilmeyeceği gibi, anlamayanlar da şeytan ile cehennem mesaisi yapmayacaklardır. Kutsal kitaplar kaleme alınmadan önce, temeli basit bir gıcık olayına ya da alerjiye dayanan öksürme ve aksırma gibi, ahlama ve ohlama, insan denen canlı tarafından istemli refleks olarak önce ses olarak doğmuştur. Sesin söze evrilmesinin sonrasında, yazı denen eylem biçiminin kullanılması ile ıslık, ezgi, şarkı; soğuk, sıcak; düşünce, duygu; haz ve acı kayıt altına alınmıştır. Sanatçıların duygusal yansıtmaları kullanabilme yetenekleri ile hafızalara kazınan sanat, aslında bir kez daha yazılıp çizilmiş ve amacına ulaşmıştır.

Sanatı bilimden ve diğer bilgi türlerinden ayıran temel ayrım sanatın duygusal durum yaratmada üstlendiği roldür. Sanat, dinler gibi, insanların nasıl yaşamaları gerektiğini ve yasakları ortaya koymadığı gibi, bilimsel kesinlemelerden de uzak durmaktadır. 17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi, şiddetiyle, aletsel büyüklüğüyle, ölüm ve yaralamalarıyla tarihteki yerini almıştır. Kendisinden önce Dünya yuvarlağındaki binlerce yer hareketi ve sonuçları gibi bilimsel bir bilgi kaynağı olarak Fenomen Ansiklopedisi kayıtları altındadır artık. Deprem gibi bütün olgular hakkındaki en doğru bilgileri kuşkusuz bilimsel kayıtlardan alacağız. Bilgisayar tuşları ve tuşlara dokunan parmaklar, kronolojiyi cömertçe gözler önüne sermede asla cimrilik etmeyecektir. Yeter ki, internet bağlantımız kesilmesin. Aynı gün, bir iki sağlık sitesini, borsada dövizi ve değerli kağıtları da inceleyebiliriz. Ancak, dinlerin ortalıkta ne kadar kitabı varsa bütün tanrıları ve duaları ezberden okumaya devam edecektir.

Hiçbirinde bunlardan yana bir bilgiye ulaşılmadığı gibi, en hızlı ve doğru bilgi kaynağı olan internet, milyonlarca insan tarafından kullanılmakta ve bu milyonların çoğu gerçek bilgi kaynağı olarak hem bilimi, hem dini, hem batıl olanı ve her tür geri dönüş sağlamasının yerlemlerinden (koordinatlarından) kopuk olan algı biçimlerini şaşırtıcı bir biçimde üst üste yığmaya devam edecektir. Bilim ve din arasında bir çelişki olmadığı savlarıysa, safdil bir yaklaşım olarak yaşamı düzenlemede dinlere yardımcı rolünü oynamaya devam edecektir.

Bununla beraber, çok tartışılan, yerden yere vurulan postmodern kültür ise, sanatta çok önemli bir rol üstlenecek teknik olanaklarına rağmen, yaşam biçiminin pusulasını şaşırmış popüler kültür mağdurlarının neredeyse kendisi olanlar tarafından İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile korumaya alınacaktır. İlimin Çin’de de olsa alınmasını salık veren kelam ne kadar etkileyici ise, Çin mallarının nasıl alınacağını Fatih Çarşamba Semti sakinlerinden birine sorduğumuzda bunu bize tarif edecektir: “Karşıdaki dükkân!”

Ne var ki, sanat ve şiiri karşıdaki dükkân kadar kolay tarif edemeyeceğiz. Tıpkı, tarihin tarihi, tiyatronun tiyatroyu, matematiğin matematiği tarif edememesi gibi. Bütün bunlardan hangisini ele alsak, ilk çağlarından başlayarak kafiye ile hece ile, ezgi ile ritim ile, eğretileme ile simge ile, ironi ile imge ile ortaya konulduklarını bilmekteyiz. Homeros, tarihi şiir ile ortaya koyarken Shakespeare, tiyatroyu şiir ile taçlandırmıştır. Fakat hiçbir müzisyen, şair, ressam, filozof, bilim adamı şiire din yazarı şairler kadar ihanet etmemiştir. Bu yazıda bunun nedenlerini açıklamak gibi başka bir yola sapmadık. O nedenler, diyalektik materyalizmde, sınıflar arası çatışmalarda, üretim araçları konularında zaten ortaya konmuştur. Kelamcı şairler, hem anlatacaklarını şiir tekniği ile anlatmış, hem de şiire lanet okumuşlardır. Tıpkı felsefenin ne kadar kötü olduğunu anlatmak için, felsefe yapmaktan başka bir çaresi olmayan filozoflar gibi. Kutsal kitaplar da belli hesaplarla yazılmış, şiirin tekniklerini kullanmış; şiiri lanetlemişlerdir. Ancak bu durumda bir paradoks olduğundan söz edilemez. Burada bu kitapların da birer şiir kitabı olduğunu söylememekteyiz. Şiir tekniği başka şeydir, şiir başka şeydir. Şiir kendisi için vardır. Öznesi şairin kendisidir. Ahlak sistemleri ile açıklanamayacağı gibi yönlendirilemez de. Kalıba sokmaya çalışamayız. Her şiir, her çalışma ayrı bir kalıp yaratır. Her şiir kendi kalıbını yaratan bir kalıptır.

Semavi dinlerden önce şiir vardı, sonra da var olacaktır. Tıpkı nefes ve kalp gibi, hep bazı ritimler bazı ezgileri yaratarak lirden lirik, pirden pirik şiiri ve sanatı kişisel olarak ortaya koymaya devam edecektir.

Bir edebiyat dergisi nasıl okunmalı diye sorduk ya, popüler kültürün heyecanında erimeyen, postmodern olanı teknik olarak kullanabilen, adam gibi şiir yazanlar bu sorunun yanıtını biliyor zaten. Birçoğunun İmam hatip; kıraat, biat ve kelam kültüründen gelmeleri şaşırtıcı olsa da…

 

Hurufat – Mayıs 2011