HANGİ ŞİİR?

 

 

Şiirin ne olduğunu bilmesek de, ne olmadığını bildiğimizi söyleyebiliriz. Mutlak tümdengelimsel ya da tümevarımsal bir yöntem ile şiire yaklaşılamayacağı netlik kazandığında, panteist ve benzeri diğer bütün panist görüş ve yaklaşımların aksine, bir arada duramayan, her defasında ele avuca gelmeden dağılan yepyeni bir değer kavramıyla karşı karşıya kalan bir özneye kavuşacağız. Bu özne durumu,  bir biçimde kendisi de özne niteliği taşıyan şiirin  “ben” kavramı ile kurduğu özdeşlik ölçüsünün katlarınca şiir sanatının gücünü oluşturur. Bütün bu sav ve durumlar ontolojinin klasik mantık kavramlarının özdeşlik ve çelişmezlik ilkeleri ile birlikte bir nevi post-modern bir yaklaşım ile de yüz yüze gelmek zorundadır. Bu zorunluluk ise başlı başına evrensel bir değer kavramını yaratır. Bütün bunların tikel bir bilgi türü olan şiir ile ilişkisinin de dikey (aşağıdan yukarı) bir yol izleyerek yaratılması ve şiirin felsefenin üstünde yukarılarda bir yerlerde, felsefe dilinin dışında bir yerlerde yerleşkesini anadil ile kurması beklenmelidir.

Olmazsa olmazları poetik tercihlere göre değişmekle birlikte, dil kavramı şiirde öne çıkmaktadır. Başlıca aşamalar algılama - yorumlama - duygulama aşamalarıdır. Diğer yönden, introjektion(alımlama) ve projektion(yansıtma), diğer sanatlarda olduğu gibi şiirin de iki önemli kutuplarıdır. Şair, hayatının her parçasını en genelden kavrayıp sararak, özelde yoğurup tekrar özelden çeşitli kodlar ve kanallarda hakim bir üst dil olarak genele sunandır. Şairi neyin sardığından daha önemli olan ise şairin neyi söylediği değil, nasıl söylediğidir. Günümüzde her zamankinden fazlaca yaygın olan şiir yazımı, bir “içdökme” içerisinde bulmuştur kendisini. Bu “kusma”nın bir eğitim ve terbiyeye ihtiyacı olacaktır elbette. Buradan bakarak “usta-çırak” ilişkisinin de bugün daha çok önem taşıdığını savlayanlar da olacaktır kuşkusuz.

Yukarıda, şiirin tikel niteliğinden söz ettiğimize göre, usta kavramını reddetmekte yarar görüyoruz. Bu ret, inkâr ile karıştırılmamalıdır. Fenomen düzeyindeki sanatçıyı da doğanın bir eşdeğeri, bir nesnesi olarak algıladığımızı ve değerlendirdiğimizi söylememize gerek bile yok. Aidiyet duygusunun şair ile doğa arasında izole(yalıtılmış,sızdırmaz) bir ilişki düzeyinde yorumlanması; öncü ve artçı düzeyinde bile olsa sanatçı – sanatçı ilişkisinin, sanatçı – doğa ilişkisinin önüne geçmesinin sakıncalarını ısrarla vurgulamaktayız. Popülist tuzakların yarattığı ustalık ve çıraklık, nesnesi edebiyat olan bir bilinç ile bir tırtılın kelebeğe dönmesi gibi kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Geriye kalan belki de usta çıraklık olacaktır. Yeter ki, doğal olunsun.

Şiirin de bilgi türü olarak tek tanımı olmadığına göre, bir poetikanın ustalığı başka bir görüşte çırak bile olamayacaktır. Usta da doğadır, çırak da. Kapsamı ve gerekçesi anlamında, şiirdeki “bilgi”nin serüvenin ne olduğuna baktığımızda şiir tarihin birikimiyle gelen kapsamı “ben” , gerekçesi yine “ben” olan şu an’ın bilgisi değil de nedir? “An”  ise sonradan zaman dilimleri ile taçlandırılan süreçleri birbirinden ayırmaktadır. Örneğin, seksen sonrası diye bir kuşaktan söz ediliyorsa, en azından söz edenler açısından böyle bir kuşağın olduğunu kabul etmek gerekir. Günümüz şiirinin ise, 68 - 78 ve 80 kuşağının siyasal şiiri ve söylemince gölgede bırakılmış olan İkinci Yeni şiiri ile geç tanışmış olduğu çoğunlukça kabul görmektedir. Bu sürecin gecikmesinin başlıca nedeni, slogan-türkü-şarkı edebiyatıyla(!) haşır-neşir olmuş ideolojik şiirlerdir, söylemlerdir. Bugün halen devam eden şiir, İkinci Yeni ile hayatımıza giren, yer eden bireyin şiiridir.

Yine günümüzde modern şiirin sanki girift bir tereddütler bütünü biçiminde gelişmesinin nedeni de modern ve post-modern ilişkinin doğal karşılığının edebiyata denklenememesidir. Modern şiir denilen şey post-modern ise, yapacak bir şey yok. Kuzu kuzu benimsemekten başka çaremiz var mı? Sonuçta, içlerindeki yangın(!) her dizesi bir öncekine ölü toprağı ölü şiirler doğuran, yalınlıktan uzak, söz kalabalığı içinde boğulmuş; kerameti kendinden menkul nöbetçi şairler ve onları yaratan değerlerin hiç değilse üst dil ile ilişkilerinin yüzeyselliği gözler önüne serilmektedir.

Bunların yarattığı türü de Söngün Şiirler Antolojisi’* ne alabiliriz.

 

* Söngün sözcüğü, bu yazıda, yangın sözcüğünün karşıtı olarak ilk defa bu satırların yazarı

 

Sincan İstasyonu Şubat 2008 sayısında yayınlandı.