ÜSLUP VE TUTUM BAĞLAMINDA FOLKLOR

 

 

Şairin şair olma nedeni, kuşkusuz duyusal öykünme teknik uygulamacılığının dışında gerçek bir üslup sahibi olmasına bağlanabilir ancak. Kendi içinde şiir yaratma edimi, şairin üslup hesaplaşmalarının gelgitleriyle belli bir elektriksel (gerilim) dengesine oturduğunda tamamlanmış olur. Bir nesne olarak okur ile yüzleşen şiir, üslup sahibi karakterinin tüm çıplaklığını ölçülü-ölçüsüz değerleriyle okura yansıtır. Okuru asıl ilgilendiren ise, üslubu yaratan ölçülebilir-ölçülemez değerlerinden çok, bu değerleri ikinci plana iten şiirin takındığı tutum gerçekliğidir. Üslup olarak nü bir tabloda, sözgelimi balık etli bir hatunun tüm erotik yapısı bir yana, gözünden süzülen bir damla yaş, tablonun vermek istediği tutumu açıklayabilir. 

Şiirimizin en önemli aktörlerinin başını çeken Cemal Süreya’nın en çok etkilendiği ressam kimdir diye kendime sorduğumda, sezgisel bir çıkarsama ile Vassily Kandinsky benim için hep doğru yanıt olmuştur. Daha sonra ise, yanıtımın doğruluğunu kanıtlayan kaynaklar ile karşılaştığımda sorumu değiştirdim. Figürü tam anlamıyla yitirmemiş olan Kandinsky’den bu denli etkilenen Süreya’nın nasıl olur da “Folklor Şiire Düşman” adlı çalışmasının referansı Kandinsky değil de Georges Braque olmuştu? 1956 yılında kaleme alınan bu çalışma, ekspresyonist Kandinsky yerine kübizmin fikir babası ve Picasso’yu da etkilemiş olan Braque’ın resim için ortaya koyduğu devrimci söylemi şiire uygulamayı şart koşuyordu. 
Katı bir gerçeklikle Süreya, folklorun şiire düşman olduğunu tereddütsüz olarak ifade ediyordu. 
Öte yandan, tam da on dört yıl önce 1941 yılında başlayan toplumcu gerçekçi akım (Nuri İyem önderliğindeki Yeniler Grubu) aydın kesimlerce toplum üzerinde lokomotif güç olmuştu bile. Folklorun şiire düşman olduğunu yazmadan bir yıl kadar önce yazdığı aşağıdaki şiirinde ise Süreya, Nuri İyem’in iri gözlü fakir Anadolu kadınlarını gözler önüne sermektedir.

Nehirler Boyunca Kadınlar Gördüm

Kızılırmak parça parça olasın
Bir parça ekmek siyah, on kuruşluk kına kırmızı
Taş toprak arasında türküler arasında
Karanlıkta bir yanları örtük bir yanları üryan
Kocaman gözleriyle oy anam bu kadar dokunaklı
Kimler ürkütmüş acaba bu kadar kadını

(1955)

Süreya’nın ısrarla vurgulamaya çalıştığı folklorik söylem içindeki “azalan verimler kanunu” (okurun gereksiz zaman israfını engellemek için, bu kanunu müptezellik ve laçkalık 
olarak algıladığımı peşinen söylüyorum) şiirde olsa olsa kişiliği öldüren en temel faktördü. O’na göre söz gelip kelimeye dayanmışken harcıâlem basmakalıp deyimlerden, söz 
bloklarından kaçınmak şart olmuştu. Bu süreci Oktay Rıfat kendi gerçekliğinde ıskalamışken F. H. Dağlarca yazdığı şiirlere kendi kişiliğini katmayı becerebilmiştir. Dağlarca’nın şiirleri 
değerlidir, çünkü Dağlarca yazmıştır. Aynı şey İkinci Yeni şairleri için de geçerlidir. İkinci Yeni şairlerinde üslup yerine tutum ortaklığı olması, bu şairlerin aynı grup, akım ve dönemde 
ayrı poetika sahibi kişilikler olmalarının önünü açmıştır.

Her biri sanat tarihine yön veren Kandinsky ve Braque, Süreya için çok özel değer taşır. Folklorun şiire düşman olduğu savının resimdeki referansının Braque olmasının nedeni Kübizm akımı ile anlaşılabilir ancak. Süreya gibi evrensel karakterdeki bir şairin bu 
tercihi üslup için tutum olarak algılanmalıdır. Çünkü Kübizm tutumdan çok bir üslubu temsil eder. Şiir ve düzyazıda izini en az sürebileceğimiz akımın Kübizm olması da yine tutumdan çok üslup ile açıklanabilir. Özetle Süreya ne demişti? Çünkü folklor bugünün entelektüel niteliğini taşıyamaz. Çünkü halk deyimi içindeki kelimeler müptezellikten donmuş, değersizleşmişlerdir. Çünkü hikâye ile değil, kelimeler arasında kurulacak şiirsel yük ile kişilik sahibi olunur. 
Nesneleri parçalayarak onlara yeni mekânlar ve mekânlar içinde yeni hareketler kazandıran Braque, “Gerçek zaten vardır, yalanı icad gerek” derken, Süreya, sözü kelimeye indirgeyerek kelimeler arası gerilim ve jestlerle yeni anlamlar yeni sezgiler 
yaratmıştır.

‘Yunus ki Sütdişleriyle Türkçenin’ şiirini yazan hatta daha nicesini yazan Süreya folklordan uzak olabilir miydi? Ya da folklora düşman olabilir miydi? Dersim Sürgünü kimliği ile Kürtlükten Türklüğe, parasız yatılıdan Darphane müdürlüğüne uçta zorlu bir yaşamı olan sosyalist dünya görüşteki bir şair, folklora nasıl karşı olabilirdi? Meseleyi doğru anlamak için  Süreya’nın şiirine doğru bakmalıyız. Kuşkusuz Süreya, şiirini folklorun dışında değil içinde yazmıştır. Üslup olarak folklorun dışında olan Süreya, tutum olarak eskinin üzerine yeni bir folklor yalanını icâd etmiştir.

Ne demişti ‘Kısa Türkiye Tarihi’nde:

Şelaleye 
Düşmüştür
Zeytinin dali;
Celaliyim
Celalisin
Celali

Günümüz şairi, Anadolu folklorunun dünya çapında temsilciliğinde evrensel ürünleri ile çok büyük işlere imza atan günümüz ressamlarını hangi üslup ve tutum ile izlemektedir? Sözgelimi, öğrenciliğinde belki de ‘yetersiz olduğu’ gerekçesi ile akademiden atılan bir Ahmet Güneştekin var. Dünya çapında en pahalı ressamların başını çekiyor şimdi. Farkında mıyız?

Sonuç olarak;

Gelelim günümüz şairinin üslup ve tutum bağlamında folklor ile olan ilişkisine. Günümüz şairi kendi şiirinin dışındaki diğer şairler başta olmak üzere diğer sanatlar ile de arasına uzunca bir mesafe koymuştur. Günümüz resim sanatı ve ressamları şairin periferisinin dışındaki eksen ve gerçeklikleri temsil ediyor artık. Yüzyıllık geçmişleri ile sanat akımlarından çıksa çıksa bundan sonra konserve kutusu çıkar…

Üvercinka / Mart 2015