ESTETİK VE GÜZEL AYNI ŞEY Mİ?

 

Psikolojiyi, sosyolojiyi, siyaset bilimi, hatta felsefeyi tanımlayabiliriz. Herkesin cebinde bütün bunları tanımlayan bir kılavuz taşıdığı söylenebilir. Tanımlar arası farklar, benzerliklerden daha çok olacaktır. Pekiyi neden “estetik” denince, hazır sözler düzleminde bile olsa, ceplerimiz bütün yoksulluğunu sergilemek zorunda kalıyor? Ya da en iyimser durumda, neden yabancı dillerde yazılmış bazı kaynakların yazarlarının konu hakkında çok da ilgili olmayan, ancak hoş bir ifade gibi de duran bir küçük tümceciği hemencecik örnek veriliyor?

“Estetik” denince, akla “güzel” geliyor. Bizim derdimiz, “güzel” denince aklımıza neyi getirebileceğimiz olmalıdır. Düşünmeye bir de buradan başlamalıyız. Dolayısıyla, ”güzel” in kendi başına sanat olamayacağını anlamalıyız.

Yılanı ve böcekleri sevmeyen milyonlarca insan var. Neden? Ne kadar çeşitli olursa olsun, bu sorunun yanıtlarının estetik gibi milyonlarca yıllık bir sorunsalı günümüze taşıyan bir konunun, birbirine hiç de yabancı olmayan yanıtları oldukları görülür. Öyle ki, yanıtlar, kuşların güzel; hatta iyi, yılanların çirkin; hatta kötü olduklarını gözler önüne sermekte, güzeli iyiye, çirkini kötüye örten genel bir inanış taşımaktadır. Yılan, kuş ve böceklerin hareket ve ses estetiği üzerine derinlemesine araştırmalar yapmak gerekiyor. Bir kuşu avlamak üzere son hazırlıklarını yapan yılan, adeta üçüncü bir kişiye poz verir gibidir. Az sonra karnını doyuracağı avı ile karşı karşıyadır. Saniyenin kaçta kaçı gibi ölçülemez sürelerde kesin hesabını çıkarır. Nereden ve nasıl vuracağının hesabı bitince, biz insanlar için ve avı için kaçınılmaz bir süratte harekete geçer. Hareket, kuşkusuz avcının o koşullarda en doğru pozisyonla başlatacağı bir hareket olmalıdır. Çünkü avcı, kendisini ve avını iyi tanımaktadır. Defalarca başarılı başarısız deneyimleri vardır. Şu an açtır. Avı hazırdır. Sessiz ve süratli olmak işi çözecektir. İş tamamdır. Yılan, avını yutmak için ağzını açar. Estetik bir değer olmaktan, mide bulandıran bir lokmaya dönüşen kuş, tahammül sınırımızı zorlar. Yılanın yutma eylemi devam ederken kuş ne kadar da çirkindir artık. Kuşun kös bir tavuğunkinden farklı olan o güçlü kanatları yılanın ağzında çıtırdamaktadır. Kuşun belki de en az estetik bulunan organları olan ayaklarının, yılanın ağız boşluğundan bize veda edercesine el sallaması, kızgınlığımızı yumuşatmaz. O artık gafil bir avdır. Ortak düşmanımızın savaşına yenik düşen bir dostumuz yitmiş gibi üzülebiliriz de. Fakat doğa tarihi av ve avcının tarihi değil de nedir? Yılan güçlüdür ve bütün güçlüler gibi saygı uyandırır.

Ayakları ve kanatları olmamasına rağmen, kendi gücünü en iyi biçimde kullanan yılan, avcılık yöntemi ile estetik bir değer yaratır. Bu estetik, bazen sessizlik ve sürat, bazen sessizlik ve yavaşlık, bazen de saldırı ya da savunma amacına dayanan tıslama, dikilme, diş gösterme, zehir fışkırtma gibi eylemler biçimindedir.

Aktif haldeki yılanı estetik bulurken, uyuz uyuşuk sürünen, ya da avcısı karşısında gafil olan bir yılanı ne kadar estetik bulabiliriz? O, sanki kör bir solucan gibidir. Solucan ise estetik bir sıralamada (scala) sondan kaçıncıdır acaba? Demek ki, estetik güçlü olmakla da ilişkilidir. Güçlü olmak ise, yaşamak için gereklidir.

Yaşamak için hayvanlar öldürür. İnsanlar öldürmek için başka nedenler de bulabilirler. Zorba çirkindir, kahraman güzeldir. Bu önermedeyse iyi-güzel, kötü-çirkin örtüşmesinin dışında zorlama anlayışın hakim olduğunu hemen anlayabiliriz. Zira hayvanların içinde zorbaya ve kahramana rastlanmaz. Katil ve maktül de biz insanlara aittir. Öldürdüğümüz birini yersek, ölen avdır. Biz ise, olsak olsak, avcı yamyam ya da cani oluruz. Katil olmak hayvanlar için aptallıktır. Hayvanlar, dış bir zorlama yoksa, öldürdüklerini ortada bırakmazlar, yerler.

Galilei’ yi ikinci defa ele alıp, yeniden yazan Brecht için Atom Bombası bir dönüm noktası olmuştur. Birinci yazımında bilim aşığı kahraman övülmüş, ikincisinde ise yerilmiştir. Çünkü iki yazım arasında, Atom Bombası atılmıştır. İnsanları öldüren bombayı üreten bilim adamları, Brecht’i değiştirmiş, Brecht de Galilei’ yi. İnsanlık tarihinin en güçlü bombası, değerleri yeniden yaratmıştır.  

Öyleyse, tanımımızı kuralım:

Estetik, akıp giden tarih içerisinde kendi yarattığı felsefi, sosyolojik ve psikolojik değerlerle kendisini de yaratan güzelin, düşünce, varlık, ses ve hareket ile kişilerin duygu-düşünce ve tasarılarına etkiyen düşüncesinin pratik haldeki kurgusal yansımasıdır.

Bu güzellik, nedeni ve ereği kendisi olan bir güzellik gibi varlığını gösterir. Tanımımızın, geçmişte olduğu gibi, gelecekte de, felsefe, sosyoloji ve psikolojinin ileri tarihli bir denetleme ve elemesi ile kanıtlanacağını söyleyebiliriz. Bu söylem, felsefe, sosyoloji ve psikolojinin, estetik tanımına katılımlı ilişkilerini, felsefe, sosyoloji, ya da psikolojinin argümanlarıyla reddeden her varsayımı, paradoks ile karşı karşıya bırakır; estetik ve sanatın ancak ve ancak insana ait olduğunu bir kez daha hatırlatır.

Güzeli arama ve yaratma gayreti, psikolojik, sosyolojik ve felsefi nedenlerin hareket noktasıyla belli bir algılama sürecinde, imgesel, boyutsal ve sessel anlamına, hareket estetiği diye tanımlanabilir dördüncü bir durumu da katar. Klasik tanımında olduğu gibi güzelin bilimi statüko anlayışını bir kenarda tutup, estetiğin düşünce, madde, ses ve hareket olarak dört parçada ele alınabilecek salt algısal bir değerler dizgesinde dinamik bir yaşam sürdüğünü anımsamalıyız. . Bir başka söylemle estetik, maddeye, harekete ve sese düşüncenin katılması ve düşünce ile yeniden yaratılmasıdır. Hareketin doğal yansıması olan ses, şiirin estetik değerler toplamında imgeyi ve her tür çağırışımı peşinden sürükleyen, şiiri başka dillere çevirmeyi olanaksız kılan şiirin temel dinamiği kabul edilmelidir.

Her şiir kendi başına temsil ettiği bir estetik değer yaratmak zorundadır. Yazarının poetikasıyla tam olarak örtüşmesi ve özdeşlik beklentisi tam olarak doğru olmasa da bu değer, ancak ve ancak tam da yazarının poetikasıyla açıklanabilirliğe elverişli olmalıdır.

Kuşkusuz, estetik sanata dair, bilimsel bir kavramdır. Estetiğin açıklanamaz bütün öğeleri, bugünün sanatının, işte tam da şu anın sanatının, şu anın gerisinden gelen bir bilimle açıklanmaya çalışıldığı noktada karanlıkta kalmaya devam edecektir. Bilimin, psikolojik, sosyolojik, ekonomik sayısal ya da sosyal her bakışta içinde bulunduğumuz anın gerisinden gelmesi ise, henüz bakış açısı ve ele alış yöntemleri konusunda uzlaşmaya varılamamış yönlerinin yeterince sınanıp örneklendirilmemiş olmasından kaynaklanır.

Sanat ve güzelin yol ayrımı ile her tür algılamaya yön veren geleceğin sanatının eğilimi konularına başka bir yazı ile gireceğiz.

 

 

Sincan İstasyonu – Ocak 2008 sayısında yayınlandı.